29 Aralık 2025, Pazartesi – 19:07
Site içi arama
Hava durumu yükleniyor...
43,00₺
50,62₺
58,10₺
Ogün Boyat

Çok Sendika mı Çok Akıl mı?

Ogün Boyat

Tüm Yazıları
29.12.2025 11:02
5 dk. okuma süresi

Kamu Sendikaları Ligi / Sendika Enflasyonu

Kamu sendikacılığı… Adını duyduğumda bazen yüzümde bir tebessüm belirir, bazen de kaşlarım istemsiz olarak çatılır…

Neden acaba?

Türkiye’de kamu görevlileri sendikaları sayıca inanılmaz geniş bir ağa yayılmış durumda: adeta bir “sendikalar ligi.” Her hizmet kolu, her tasnif, her birim için bir sendika var; hatta bazen aynı koridorda üç farklı sendikanın afişini görmek mümkün.

Gerçekten saymakla bitmiyor. Neredeyse her mesleğe, her ihtiyaca, hatta her kırgınlığa karşılık bir sendika türemiş gibi. Bu tablo ilk bakışta çoğulculuk olarak okunabilir. Ancak biraz yaklaşıldığında insanın aklına kaçınılmaz bir soru düşüyor:
Bu kadar takım varsa, neden oyun hâlâ seyir zevki vermiyor?

Teoride kamu sendikaları son derece net bir misyona sahiptir: Kamu çalışanlarının haklarını korumak, toplu sözleşmelerde adaleti sağlamak, çalışma yaşamını iyileştirmek… Metinler düzgündür, hedefler nettir, niyetler kâğıt üzerinde parlaktır.
Fakat pratikte yazılı hedeflerle yaşanan hayat arasında belirgin bir mesafe oluşur. Bu mesafe bazen küçük bir boşluk, bazen de sendikacılığın içine düşüp kaybolduğu derin bir çukura dönüşür.

Yine de burada durup haksızlık etmeyeyim.
Sendikacılık hâlâ umut vaat etmek zorundadır ve Türkiye’de bu umudun tamamen tükendiğini söylemek gerçekçi değildir. Kamu emekçilerinin örgütlenme arzusu bitmiş değildir; aksine biçim değiştirerek sürmektedir. İnsanlar artık sadece aidat kesintisiyle var olan bir üyelik değil, hak arama duygusuyla kurulan bir bağ istemektedir. Bu, küçümsenmeyecek kadar güçlü bir toplumsal işarettir.

Bugün kamu sendikacılığının asıl sınavı tam da burada başlıyor:
Sendikalar üye sayısını konuşuyor, üyeler ise hikâyelerinin duyulmasını istiyor.
Memur artık sadece “kaç puan aldım, kaç lira zam geldi” sorusunu sormuyor. Çalışma koşullarını, sosyal yaşam konforunu,  liyakati, adaleti, saygıyı, mobbingi, şiddeti, tükenmişliği konuşmak istiyor.
Yani tablo açık: Üyeler maaştan fazlasını talep ediyor; onur istiyor.

Bu tablo, sağlık ve sosyal hizmet alanında daha da görünür hâle geliyor. Çünkü bu alanlar yalnızca birer kamu hizmeti değil; insan hayatına doğrudan temas eden, duygusal ve fiziksel yıpranmanın yüksek olduğu çalışma alanları. Sağlık ve sosyal hizmet sendikacılığına uzaktan baktığınızda kalabalık bir meydana girersiniz: Her köşede bir masa, her masada bir pankart, her pankartta “en doğru mücadele bizde” iddiası. Yaklaştıkça sesler artar, ama talepler netleşmez. Çok konuşulur, az duyulur.

Burada karşımıza sendikal çokluğun paradoksu çıkar. Türkiye’de özellikle sağlık ve sosyal hizmet kolunda sendika sayısı fazladır; fakat bu çokluk, çoğu zaman güç üretmez. Aksine parçalanmış yapı, kamu otoritesine geniş bir manevra alanı açar. Talepler bölünür, ortak dil kaybolur. Bunun bedelini sendikalar değil, doğrudan çalışanlar öder.

Oysa dünyaya baktığımızda tablo farklıdır.
İskandinav ülkelerinde sendika sayısı sınırlıdır, ama kapsayıcılık yüksektir. Almanya’da sendikalar azdır; fakat masaya oturduklarında masanın ağırlık merkezine dönüşürler. Çünkü güçlerini sayıdan değil; veriden, politika üretiminden ve toplumsal meşruiyetten alırlar. Bizde ise sendikal matematik çoğu zaman ters işler: Sendika sayısı arttıkça, çalışanların umudu azalır.

&

Yetki meselesi de bu denklemde yanlış okunur. Yetkili sendika olmak bir zirve gibi anlatılır; oysa bu zirve ağır bir sorumluluk taşır. Yetki sadece masaya oturma hakkı değil, milyonlarca çalışanın beklentisini taşıma yükümlülüğüdür. Büyüyen sendikalar evet bazen konuşmakta zorlanır. Ama sistemin içinde kalarak sistemin tıkanıklıklarına çözüm önerme, strateji üretmek zorundadır.

Küçük sendikalar ise çoğu zaman itiraz duygusuyla doğar. Bu anlaşılırdır. Fakat tepkisel sendikacılık, stratejiyle beslenmediğinde hızla gürültüye dönüşür. Sert sözler edilir, ama sonuç üretilmez. Durum nettir:
Muhalif olmak yetmez; muhatap alınacak kadar ciddi olmak gerekir.

Bütün bu tabloya rağmen kamu sendikacılığı, hâlâ sulanmayı bekleyen bir umut bahçesidir. Bu gün sendikacılık; daha az slogan, daha çok analiz; daha az öfke, daha çok ikna; daha az iç kavga, daha çok toplumsal temas gerektirir.

Kamu sendikacılığı mucize vaat etmek zorunda değildir.
Ama güven vaat etmek zorundadır.

Kimse süslü cümleler istemiyor. Çalışanlar,  işe yarayan söz, üyeye faydalı sosyal hizmet,  arkası olan duruş istiyor. Kamu sendikaları güçlerini sadece sayıdan değil, ilkeden almaya gayret ettikçe; vitrinde duran bir kek olmaktan çıkıp, herkesin paylaştığı hak temelli bir ekmeğe dönüşebilirler.

 

 

Paylaş: